Köşe YazarlarıManşet

Ağzımızdan Çıkana Dikkat!

Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz

Günlerdir zihnimde dönen bu dörtlükle başlamak istiyorum yazıma. Depreme uğradığımız 6 Şubat’tan evvel de sık sık düşüyordu aklıma. Bir ömür boyu her sabah bu sözlerle uyansak ve akşam yatarken bu sözleri tekrar etsek yeridir. Zira bu dörtlük, kelimelerin çok büyük bir enerji taşıdığını, güzelliğe de kötülüğe de alet olduğunu son derece özlü bir şekilde anlatıyor. Yüzyıllar evvelinden Yunus, kendi devrinden yüzyıllar evvel de geçerli olan bu gerçeği sade mi sade bir şekilde anlatıyor. Yukarıdaki dörtlük, güzel Türkçemizin şekil olarak da mânâ olarak da en güzel mahsullerinden biri.

***

6 Şubat’ta arka arkaya yaşanan iki depremden hemen önceki gün Fenerbahçe Opet-VakıfBank maçını seyretmek üzere Burhan Felek Voleybol Salonu’ndaydım. Tabiri caizse kıyametten bir gün bile değil, 12 saat kadar önce…
Maçın son setinde, yanımda oturan hanımefendiye öteki tarafında oturan beyefendi, hanımefendinin takımlarımızdan birinin arka arkaya aldığı sayılardan sonraki sevinç tezahürleri karşısında şöyle bir şey söyledi: “….. seni döverim.” Sonradan hanımefendiden öğrendiğime göre tam olarak “Bu seti X takımı alırsa seni döverim” demiş.
Neresinden tutsak elimizde kalacak olan bu hadiseyi burada analiz etmeye kalkarak sizleri meşgul edecek değilim. Ancak ertesi gün deprem olup da insanlarımız göçükler altında kaldığı zaman hepimizin yüreğinde kopan fırtınaları, geceleri uyuyamayışımızı, deprem bölgesindeki halkımızla her bakımdan hemhal olup adeta depresyona girişimizi, onların ihtiyaçlarını gidermek için canhıraş çırpınışlarımızı, çare bulunca çocuklar gibi sevinip çaresiz kalınca yine çocuklar gibi ağlayışımızı düşününce geri dönüp bu olayı başka bir perspektiften değerlendirme isteği duyuyorum.
Meğer ne kadar da birbirimize düşkünmüşüz, birbirimizi ne kadar çok seviyor ve önemsiyormuşuz, bir canın dahi kurtulması bizim için ne kadar da mühimmiş, birbirimiz için ne kadar çok şey yapmaya gönüllüymüşüz, birbirimiz için dağları bile delmeye ne kadar arzuluymuşuz…
Bu felaketin öncesinde de biliyorduk, evet böyleyiz, ama bu afet bize bunun yüksek seviyesini bir kere daha göstermedi mi? İçimizdeki sevgi, fedakârlık ve feragat duygularıyla yüzleşmedik mi? Ne kadar derinden sevdiğimizi ve yüreğimizdeki yüce hislerin zirvesine çıkmak için ne kadar kabiliyetli olduğumuzu fark etmedik mi? Bir başkasını düşünmek ve ona yararlı olmanın anlam arayışımızın neredeyse son durağı olduğunu idrak etmedik mi? Bu halin bize kendimizi de değerli ve anlamlı hissettirdiğini ve böylece etrafımızı da ısıtıp başkalarına ışık saçan bir güneşe dönüştüğümüzü görmedik mi? İçimizde bir güneş olduğunu görmedik mi? Bu acıların içinde kalbimizde iyiye ve güzele dair çok kuvvetli bir uyanışa şahit olmadık mı? O halde günlük hayatımızdaki nobranlık, özensizlik, dikkatsizlik, hareketlerimize ve kelimelerimize dair umursamazlığımız nedendir? Kısacık ve çok kırılgan olduğunu her bir olayla yeniden fark ettiğimiz hayatımıza sevgiyi, barışı ve şefkati çekecek hareket ve kelimelerin yerine neden kendimize kötülük eder de kendi kelimelerimizle kendimizi hırslandırır, başkalarını da kırarız?

Bu depremden sonra “ders çıkaralım, çıkardığımız dersleri uygulayalım” diye bol bol konuşuyoruz ya… Çıkardığımız dersler, sadece fiziksel dersler olmamalı; inşaata, güvenliğe, tedbirlere, jeolojiye ve jeofiziğe dair derslerle birlikte lütfen günlük hayatımızın kılcal damarları ile her birimize her an ulaşan sözlere ve davranışlara dair dersler de çıkaralım. Ders çıkarmanın önemli bir bileşeni olarak da bunları uygulayalım. Böyle olunca hem kendimizin hem başkalarının huzurlu, mutlu ve doyumlu bir hayatı olacağını unutmayalım. Öfkeye hakim olup onu tatsız kelimelere dökmemek, bir fedakârlık gibi görünse dahi, aslında orta vadede bizi de huzurlu kılacak.
Evet, amaç ortak: Hep birlikte mutlu olmak. Araç da ortak: Biraz sevgi, biraz sabır, biraz özen, biraz dikkat.

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu