Köşe YazarlarıManşet

Eğitim mi Spor mu?

6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli büyük deprem dolayısıyla bildiğiniz gibi yükseköğretimde bu dönem eğitim-öğretim faaliyetlerini uzaktan yürütmek zorunda kaldık. Bu uygulama, maalesef öğrencilerle biz hocaları birbirinden ayırdı. Birbirimizi en fazla bilgisayar ekranında açılan küçük kutucuklarda görebildik; birbirimize baktık ama belki de göz göze bile gelemedik. Müşterek olarak anlaştığımız husus, uzaktan ve çevrimiçi eğitimin yüz yüze eğitimin yerini tutmadığı yönünde. Covid-19 salgını sırasında tanıştığımız bu yöntem, yüz yüze eğitimin işlevini karşılamıyor, karşılayamıyor.

Bu dönem, bir dersimin neredeyse her hafta tekrarlanan ödevleri, bana öğrencilerimle sık sık yazışma imkânı sundu; aslında bu vesileyle onları bir bakıma daha yakından tanıdım da diyebilirim. Öğrencilerimden birinin dört sene voleybol oynadığını ve sonra sakatlık geçirdiği için voleyboldan istemeden uzaklaşmış olduğunu da bu arada öğrendim. Kendisi ile ilk fırsatta bir maça beraber gitmeyi kararlaştırdık. Eczacıbaşı Dynavit ile Fenerbahçe Opet arasında oynanan play-off üçüncü maçına imiş kısmet. Buluştuk, gittik.

Yolda giderken voleyboldan uzaklaşmasının bir başka ve belki de asıl sebebinden bahsetti: Üniversite kapısına dayanan eğitim hayatı ve babasının eğitiminin daha önemli olduğunu söyleyerek sporla ilişkisini sonlandırması yönündeki telkinleri… Gayet tabii ki bu çok kısa ve yüzeysel bir anlatımda bütün hikâyeyi duymamız mümkün değil ancak bu izlek hiçbirimize yabancı değil: Bir şeyin başka bir şeyin engeli veya zorlaştırıcısı olduğunu düşünmek ve biri için ötekinden feragat etmek.

Eğitim hedefleri içinde akademik alana verdiğimiz önem her şeyin üstünde, bunun hepimiz farkındayız ve bunun için haklı olduğundan yüzde yüz emin olduğumuz gerekçelerimiz var. Bir örnek verecek olursak, daha iyi matematik bilirseniz yükseköğretime giriş sınavlarında muhakkak ki bir avantaj elde edersiniz ama daha fazla müzik bilgisinin yahut iyi basketbol oynamanın size bu açıdan bir faydası olmaz. Ancak bu doğrusal bakış açısı, hayatın kıvrımlı ve organik yapısı içinde her zaman doğru çıkmıyor. Bunu da görüyor ama başka senaryoların da söz konusu olabileceğini kabul etmek istemiyoruz. Kabul etmek istemediğimiz bir şey de şu: Akademik yükü yani öğretim yönü daha ağır basan alanlardaki yeterlik ve başarı, böyle olmayan alanlarda etkin olabilmeyle aslında çok ilişkili. Eğer bir enstrüman çalmayı seviyor ve bunun eğitimini almak için bir vakit ayırıyorsanız bu konu ile ilgili olarak harcadığınız mesai, size akademik alan için -meselâ fizik dersi için- daha hazır ve dinlenmiş bir zihin sunuyor. Bu bağlamda en çarpıcı ve şaşırtıcı şeyi aktarayım: Yatmadan önce tekrar ettiğimiz bilgi gece uykuda adeta mayalanıyor ve öğrenme yerleşiyor. Yani daha az uyku ile daha fazla çalışma değil, işin sırrı. Düşünün ki -güya- eylemsizken, zihniniz önemli bir iş gerçekleştiriyor. Buradan yola çıkarak, belirli bir amaç uğruna yaptığımız sürekli ve yoğun faaliyetlerin bizi amaca ulaştırmaktaki etkisinin tahmin ettiğimiz kadar çok olmadığı durumlar olabileceğini söylemek mümkün, ancak başka etkinliklerle çeşitlendirme yaptığımızda başarımız artabilir: Aralıksız ve yoğun bir şekilde fizik çalıştığımızda fizikte daha başarılı olamayabiliriz; belki araya voleybol koymalıyız!

***

Öğrencim, “Salona girerken ağlayabilirim” diyor; uzak kaldığı ve özlediği bu sporun mekânı ona kim bilir neler hatırlatıyor?
Maç sonunda şampiyonu da ikinciyi de alkışlarken çok fazla şey konuşmuyoruz. Onun aklından neler geçtiğini tam olarak bilmiyorum ama ben kendi hesabıma eğitim ve spor ilişkisi hakkında tekrar düşüncelere dalıyorum.

Eğitim hayatı ile sporu yahut sanatı karşıtlaştırmanın bilimsel bir temeli yok. Hayatın çok boyutlu gerçekliği üzerinden de bu karşıtlaştırma doğru ve haklı değil. Hep birlikte bunun üzerinde biraz daha fazla kafa yormak zorundayız.

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu