Köşe Yazarları

Biz Voleybol Ülkesi (mi)yiz?: Voleybol Sevgisini Futbol ve Erkekler Üzerinden Anlatmak

Antalya’da ilk ayağı yapılan Milletler Ligi (VNL) müsabakaları dolayısıyla voleybolda milli heyecanı üst perdeden hep birlikte yaşadık. Filenin Sultanları, dört maçın üçünü kazanmak suretiyle gayet başarılı bir ilk hafta geçirerek hepimizi memnun ettiler ve önümüzdeki uzun yaz için kurduğumuz hayallerimizi daha da perçinlediler. İkinci ayak da, Hong Kong’da başlamak üzere…

VNL vesilesiyle medyada yer alan reklamlarda da bolca voleybol teması vardı. Milli Takım sponsorlarından Vestel’in dilimize pelesenk olan “Biz Voleybol Ülkesiyiz” nakaratlı reklamı, çeşitli toplumsal enstantaneleri fona yansıtan bir dizi halinde sık sık karşımıza çıktı. Bu reklamlarda kurgulandığı şekilde voleybol, insanımızın hayatının içinde, coşkuya, birleşmeye ve gülen yüzlere vesile oluyordu. Pozitif hisler bırakan bu reklamları her çıktıklarında zevkle seyrettim. Ancak daha dikkatli şekilde bakınca bu reklamlar bazı açılardan beni düşündürdü ve ben de bunları sizlerle müzakere etmeye değer buldum. Bu bağlamda bu yazıda bu reklam serisine ilişkin olarak kendimce bir analiz yapmak istiyorum.

Seride dikkat çekici hususların başında, sahnenin girişi itibariyle futbolu çağrıştıran şeylerin, filmin sonunda voleybol ile bağlantılı çıkması geliyor. Bu çerçevede, yayınlanan reklamlara tek tek bakalım.

Dizinin ilk ele alacağım reklamında, kırılan pencere camının ardından “Vallahi topunuzu keseceğim artık ha!” diyerek sitem eden bir yaşlı hanım görüyoruz. Hepimizin bildiği gibi, bizim memlekette birileri top oynarken cam kırılıyorsa, o oyun futboldur ve camı kıran top da futbol oynarken kullanılan toptur. Ancak bu reklamdaki hanımefendinin, “Lütfeeen” diye yalvaran çocuğa hoşgörüyle gülümseyerek iade ettiği top, bir voleybol topu. Aşağıda da bir filenin gerili olduğu görülüyor ve çocukların voleybol oynadıkları anlaşılıyor.

Bir başka reklamda, arabasında maç dinleyen taksici, taksiye binen yolcunun sorduğu “Maç kaç kaç?” sorusuna, coşkuyla, maçın bir futbol maçı değil, voleybol maçı olduğunu belli eden set skorunu söylemek suretiyle cevap veriyor.

Bir diğer reklamda da kahvehanede maç anlatımı sesleri eşliğinde heyecanla bir ekrana baktıkları belli olan seyircilerin izledikleri şeyin reklamın kapanış sahnesi itibariyle böyle bir ortamla adeta özdeşleştirdiğimiz futbol değil, voleybol olduğunu anlıyoruz.

Mahalle fonunun yansıtıldığı bir diğer reklam filminde de, hafiften bıçkın bir delikanlı o sırada kadrajda olmayan çocuğa “At bakayım topu abine!” diyor ve kendisine atılan topu -beklediğimiz gibi bir futbol hareketi olan vole ile değil- manşetle karşılıyor.

Son olarak bahsedeceğimiz reklamda da halı saha hissi veren bir akşam ışıklandırması altında havlusuyla terini silerek arkadaşıyla konuşan orta yaşlı sayılabilecek bir beyefendi, “Aslında bunu her hafta yapmak lazım, hem ter atarız, hem spor ya…” dedikten hemen sonra arkadaki voleybol sahasını ve atılan servisi görüyoruz.

Yukarıdaki özetlerden de anlaşılacağı şekilde, reklam senaryoları, kurgulanışları itibariyle toplumdaki futbola yönelik yoğun ve yaygın ilgiyi temel alıyor. Reklam filmlerinin en sonundaki “Biz Voleybol Ülkesiyiz!” nakaratı, voleybolun hayatımıza ne kadar girmiş olduğunu ve ne kadar sevildiğini anlatmak üzere söylenmiş olsa da bu ilgi ve sevgi tezahürü futbol dili açısından kuruluyor. İlginin derecesini vurgulamak için kullanılan kalıplar, futbola ait toplumsal konvansiyonu ve alışkanlığı gösteriyor. Gerçekten voleybol ülkesi olup olmadığımız tartışmasının ötesinde, reklamlar alt metin bakımından net bir şekilde futbol ülkesi olduğumuza dair bir kabulün üzerinde yükseliyor, futbolu ölçüt olarak alıyor ve voleybol sevgisini futbol dolayımıyla anlatıyor.

Bu çerçevede dikkati çeken bir başka şey de, bu reklam serisindeki ana karakterlerin hepsinin, yukarıdaki argümanla uyumlu olarak, erkek olmaları. Topu geri istemek için aracı olan çocuk da, manşet alan genç de, voleybol sahasında ter atan şahıs ve arkadaşı da, maç sonucu hakkında bilgi veren taksici de erkek. Yine kahvehanede maç seyreden kişiler de, geleneksel kahvehane ortamına uygun olarak erkeklerden oluşuyor. Futbol alt metnini, aktif erkek karakterlerle güçlendiren “Biz Voleybol Ülkesiyiz” sloganlı reklamlarda kadınların ve kız çocuklarının voleybolla ilgilerini son derece zayıf ve geri planda görüyoruz. Bu izlek içinde ana karakter olarak erkeklerin tercih edilmesi ve kadınların pasif bırakılması, pek de tesadüfî gibi görünmüyor.

Bu arada şunun da altını çizeyim ki, “Biz Voleybol Ülkesiyiz” reklamlarının geçen seneki versiyonlarında kız çocuklar ve cinsiyet açısından karışık gruplar daha fazla yer alıyor ve futbol üzerinden bir anlatım da bulunmuyor. Bu çerçevede bu seneki reklam dizisindeki bu içerik ve dil dönüşümü ayrıca dikkat çekici bir hâle gelmiş oluyor. Voleybola duyulan ilgiyi ve sevgiyi futbol ve erkekler üzerinden ifade etmek yolunu seçen bu seneki reklam dizisinin bütün sempatikliğinin altındaki muhtemel mesajlar, kanaatime göre, hepimizi şöyle bir düşündürmeli.

Bu bağlamda da açımlayıcı ve bir alternatif arayışına yönelik olmasını umduğum birtakım sorularımı arka arkaya sıralamak istiyorum: Bizim voleybola olan sevgi ve ilgimizin derecesini tesbit etmek ve göstermek için futbol dışında bir kriter kullanmamız mümkün olamaz mı? Maalesef futbol vesilesiyle şahit olduğumuz fanatizm, bölünme ve şiddet gibi olumsuzlukların, futbol dili aracılığıyla gizil bir şekilde voleybol kültürüne sıçrama tehlikesini ortadan kaldırmak için acaba ne yapabiliriz? Acaba “Biz Voleybol Ülkesiyiz” temalı reklamlarda voleybolu kendi dilinde kurarak ve voleybolun doğasının kendine has güzelliklerine değinerek daha doğru bir iş yapmış olmaz mıyız? Voleybolu futbol kadar ya da futbol gibi değil, voleybol olduğu için ve voleybola has özellikleri sebebiyle sevdiğimizi ortaya koyabilir miyiz? Bu şekilde, aslında sporun ruhunda olmayan birtakım hastalıkları voleybola bulaştırma riskinden kaçınabilir miyiz? Voleybolun kadın izleyicisinin ve taraftarının varlığını toplumumuz önünde tescil ettirmek için ne yapabiliriz? Kadın izleyici, takipçi ve taraftarın, voleybolsever kitlesini, sonra da diğer spor dallarının izleyicisini daha olumlu yönde dönüştürmesi ve sporun ruhuna can vermesi için kamuya hitap eden mesajları biraz daha dikkatli bir şekilde tasarlayamaz mıyız?

Bu soruları hep birlikte düşünelim diye soruyorum. Yeni sorular ekleyerek ve bunlara hep birlikte yaratıcı cevaplar bulmaya çalışarak olumsuzdan olumluya, olumludan daha da olumluya nasıl gidebileceğimize bakalım derim. Hepimizin yüreğindeki samimi niyet de bence bu. Buna içtenlikle inanıyorum.

 

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu