Köşe YazarlarıManşet

Yalnızca başarı mı?

Kısa sayılabilecek, birkaç yıla sığmış sporculuk hayatıma o zamanlar bir işçi semti olan ve fabrikalar ile çevrili Ümraniye’nin meslek lisesinde başlamıştım.  Ağaç eğilecekse son demlerindeydim, yaş temelden spor eğitimi için ilerlemişti, yine de tüm bu koşullara rağmen, spora gönül vermiş iki insanın çabalaması ile başladık voleybola. Ne ben iyiydim ne de takım. Set alsak sevinir, maç kazansak halaya dururduk. Aynı ekip bir kulüpten diğerine komple gidiyorduk. İkinci takımımızda yeni ayakkabılar gelmişti de hani hepimiz şampiyon olmuş kadar sevinmiştik ki malzeme konusunda da yetersizdik. Tüm bunlara rağmen hep kazanmak istedik ama sporun, voleybolun, takım olmanın keyfi, kazanmanın ötesinde oldu hep. Saatler süren ve pazar günleri herkes uyurken çıkılan antrenman yolculukları, toplu ulaşımda acaba yetişir miyiz denilen maçlar, merdiven altına yapılan derme çatma soyunma odasında formayı giyme çabası. Bunlar bile spor yapmaktan uzaklaştırmadı bizi.

Sporun yalnızca “kazanma” odaklı, başarının olmazsa olmaz olduğu bir dönemdeyiz artık. Başarı o kadar önemli ki spora daha küçük yaşta başlayan çocuklar yine küçük yaşta sporu bırakıyorlar. Çünkü başarı havuzunda kendilerine yer bulamıyorlar. Ve onlara devam etmelerini sağlayacak teşvik, yönlendirme yok çünkü toplum da bu histerinin peşinde.

VakıfBank koçu Guidetti dörtlü final sonrası yaptığı açıklama ile göreceli başarısızlığın etkenlerinden biri olarak yabancı sınırını gösterdi. Kendi durduğu noktadan haklı nedenleri var. Bu nedenlerden en önemlisi sporun ne yazık ki endüstri haline gelmesi olabilir. Nihayetinde marka ismini bir kulübe verenlerin veya sponsor olanların elbette spora katkıları oluyor ama bu katkının karşılığını da yarattıkları iletişimle karşılığını alıyorlar. Medyada ulaştıkları erişim, “harcanmayan” reklam eş değerleri ile geri dönüyor. Bu çarkın sürdürülebilir olması ise ancak başarı ile mümkün. Buna piyasacı anlayışın spordaki etkisi de diyebiliriz.

Piyasanın, endüstrinin isteği olursa bu durumda oyuncuların olduğu başarı havuzu daha da küçülecek. Bunun için daha çok sadece bunun için çalışmak ve elbette şans gerekecek. Bu bir voleybol ülkesi olmamızı sağlayacak mı? Hayır. Bizim durduğumuz yerden de görünen sonuç bu.

Tabii sorunun bir diğer ayağı Milli Takımlara uzanıyor. Bu takımlar o ülkenin spor kültürünü, altyapısını yansıtmalı aslında. Ama aynı başarı baskısı oyuncuları devşirmeye diğer rakiplerinden bu yolla bir adım öne geçmeye kadar götürüyor. Buna karşı çıkanları ilkel bir ırkçılık ile suçlamak ise sporun kültürüne uzak bir davranış. Konunun aslı, paranız ile açıklara ve imtiyazlara dayanarak rekabette öne geçmeniz.

Bugün dünyanın sayılı pasör çaprazlarından Isabel Haak uzun süre İsveç takımını taşımaya çalıştı. Kendisi Milletler Ligi’nin bir alt liginde mücadele etti. Haak bugün gideceği başka bir milli takımı farklı noktalara götürebilir. Ama bugün o voleybol gibi salon sporuna uzak bir ülkenin en önemli sporcusu ve birçok genç kadın onu örnek alıyor.

Buradaki itiraz ünlü ve başarılı isimlerin sporu tanıtımda ve özendirmede bir rol oynadığı olabilir. Aslında bu biraz kolay yola sapmış anlayışın sonucu daha fazla emek ile başarıyı sağlayacak alt yapıyı kurmak mümkün. Çok uzak değil bugün Rus milli takımının temelini oluşturan SSCB örneği incelenebilir.

Yine de önemli olanın kazanmaktan daha çok sporun kültürel ve sağlık kısmına odaklanmak olmalıdır. Bugün Sultanlar Ligi’ne takım davet etmek, markaların peşinde koşmak değil başarı , başarı bu ligi ülkenin dört bir yanından temsilciler ile oynatmak olmalı.

 

 

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu