Genel Haberler

Zozo Toledo’yu Covid-19’dan kaybettik

Türk Magazin ve sosyete dünyasının gelmiş geçmiş en renkli ve en ünlü paparazisi Don Joze De Tolodo En Salinas, namı-dier Bay Zozo Toledo çağımızın vebası Covid 19 virüsüne yenilerek yaşamını yitirdi.

Türk Voleyboluna da hizmetleri olan Zozo Toledo’ya rahmet, ailesi, sevenlerine baş sağlığı dileriz.

Voleybol Aktüel

Zozo Toledo Kimdir?

1931 doğumluyum. İspanyol pasaportumdaki asıl adım: Don Jose De Toledo En Salinas’tır. Daha sonra Türk nüfusuna geçtiğimde 6 yaş daha küçük kayıt oldum (1937) ve adım da daha kısa yani; Zozo oldu ve bütün dünya böyle tanıdı beni.
İstanbul’da, Tophane’de dünyaya geldim. Ben İspanyol Yahudi’siyim. Babam ben iki yaşındayken öldü. Annem Galata’daki bir mektebin temizliğini yapardı. Onun müdürünü Büyükada’ya Rum yetimhanesine tayin ettiler. Annem dedi ki “oğlumu da al.” Böylece altı yaşındayken beni Büyükada’daki Rum yetimhanesine koydu, orada büyüdüm. 13 yaşına kadar bu yetimhanede kaldım. Onlar, Rumlar mektepten çıktığı zaman erkekler Zoğrafyon Lisesi’ne kızlar da Zapyon’a devam ediyorlardı. Ben Rum olmadığım için beni almadılar tabii.
Yetimhanedeyken bir gün bir kadın geldi, ‘‘Seni kocamın yanına alayım, zanaat öğrenirsin’’ dedi. Ben işe bir gittim baktım, adam ölü tabutları yapıyor. Ben de onun yanında çırak olarak ölülere filan gidip geliyorum. Bir gece mesaiye kaldım, tabutu tam çakarken korktum, dilim tutuldu. Bir süre sonra dilim açıldı ama oradan ayrıldım.
Tabutçudan sonra kunduracı oldum, o ağır geldi marangoz, sonra da mobilya cilacısı olarak çalıştım ama hem koku hem de tiner sağlığımı etkiliyordu. Tabii bu arada seneler geçiyordu. Daha sonraları fotoğraflarını çekeceğim sosyetenin, sanatçıların evlerinde cilacı olarak çalıştım. Ünlü kişileri tanımak, onlarla birlikte olmak hoşuma gidiyordu. Kendimi onlara sevdirdim, daha sonrasında Ajda Pekkan beni yanına aldı, o Paris’e gidince ben de gittim sonra da dönüşte İstanbul’da Gönül Yazar bana iş verdi. Ünlülerle birlikte olurken oradaki foto muhabirleri ile arkadaşlık yapmaya başladım, ben de oldum bir foto muhabiri gibi bir şey.
Sonra ondan da sıkıldım maçlara girebilmek için İstanbulspor’un masörü oldum. 18 yaşımdaydım. Altı yıl yaptım o işi. Bu arada Büyükada’da ev tutmuştum. Şansım yaver gitti.
Bir gün Büyükada’da Avrupa güzellik müsabakası var. İçeri giremiyorum, çıldıracağım. Orada içeri giren biriyle tanıştım, diyorum ki içeri gireyim, ücreti neyse ödeyeceğim, biletini alacağım. Adam fotoğraf makinasını verdi. Basınım deyip içeri gir dedi. Ben de öyle yaptım. Adam basın kartıyla içeri girdi. Akşam gazetesinden Abbas Koralı’ymış. Ben gittim bütün güzellerle fotoğraf çektirdim. Hafta içi fotoğraflarımı almak için Akşam Gazetesi’ne gittim, Abbas’a, yukarıya çıktım. Abbas beni ünlü İspanyol muhabiri diye tanıtıyor, hep birlikte ölüyoruz gülmekten. Beni baş köşeye oturttular. İstihbarat Müdürü Ümit Deniz anlatmaya başladı, “ ben Madrid’e gittim, Barselona’ya gittim.”
İçimden “Eyvah bir şey sorsa mahvolurum diye düşündüm ben hiç İspanya’ya gitmedim ki!” Adamla Türkçe konuşuyorum ama kırık konuşuyorum. İspanyolca da biliyorum tabii. Beni Joselito diye tanıttılar.
Abbas’ın bir işi çıktı ve gitti, sonra bir telefon geldi. Küçük Sahne’de “Fareler ve İnsanlar” oyununun açılışı var, diye..
“Yaa Joselito, size bir makina versek bizim için gider çeker misin?” dediler. Bir de film verdiler. Ben nasıl makina tutulur, nasıl film konulur onu bile bilmiyorum! Gittim Taksim’e, tanıdığım bir fotoğrafçı vardı. Benimle gelip, fotoğraf çeker misiniz? diye sordum, kabul etti.
Atlas sinemasına gittik ve benim için bütün fotoğrafları o çekti.
Geldim gazeteye, yazı işleri müdürü ‘‘Bunları yukarıda yıkatın’’ dedi. Ayy çıldıracağım, adama anlatayım diyorum ama korkudan öleceğim, ben anlamam ki film yıkamaktan.
O sırada Mahmut Küçük geldi, ona yıkattım filmi. Celalettin Çetin, Rahmi Turan (spor muhabiri), Aydın Öztürk, Ahmet Vardar (güreş muhabiri) idi o zamanlar.
Fotoğraflar çıkınca Ümit bey Celalettin Çetin’i yukarıya çağırdı, ‘‘Ulan bak bu gavur çocuğu ne kadar güzel çekiyor, ışığı ne kadar iyi kullanıyor. Bakın İspanyollar ne kadar güzel resim çekiyor.’’ dedi. Ben o sırada buz kestim, ne diyeceğimi bilemiyorum.
Sonra bir baktım Abbas geliyor. Sonra Abbas’ı çektim, dedim vaziyet böyle böyle, beni ufak düşürme. Ama Abbas’a da ‘‘Sen bunun yanında solda sıfırsın’’ demesinler mi!
Neyse o gün bana dediler ki bırakın Joselito Moselito’yu, Atatürk’ün çok sevdiği bir opera sanatçısı var, adı Zozo Dalmaz, senin ismini Zozo koyacağız dediler ve öylece ismim Zozo kaldı.
Neyse ben çalışmaya başladım ama para kazanamıyordum, Ekspres’e gittim. Onlar için fotoğraf çekmeye başladım. Kulüplere gidiyorum. O zaman Tünel harikaydı Vagon Bleu, Londra Pavyonu, Karavan, Taksim Gazinosu… On lira oradan, beş lira da buradan alırdım, böylece aylığımı çıkartırdım.
Bir öğleden sonra Malik Yolaç gazeteyi kontrole geldi. Ben de karanlık odada filmleri yıkıyorum.
“Ne yapıyorsun, bu resimler ne?” dedi. Ben de aldığım aylık yetişmiyor, Ekspres’e veriyorum, dedim. Sen misin Ekspres’in arka sayfasını yapan, okkalı bir tokat yedim.
‘‘Yarın yazıhaneme gel’’ dedi ve gitti. Sabah gittim ‘‘Bundan sonra arka sayfa tamamen senin olacak’’ dedi.
Sonra benim ilk makinamı da o aldı. Akşam Gazetesi’nde benim gece hayatım başladı. Magazin ve cemiyet yapan sadece dört kişiydik.
O sıralarda Topkapı filmi çekiliyordu, oyuncuları ve aynı zamanda İran Şahı’nın karısı Süreyya da burada. Tesadüfen oyunculardan Maximilan Shell ve Süreyya aynı gazinoya gider. Dans ederler ve Maximilian Süreyya’yı öper. Hürriyet’ten Özkan vardı, o da fotoğrafını çekti.
Adam yerinden fırladı ve Özkan’ın üstüne saldırdı, yumruklaşmaya başladılar, ben de boyuna fotoğraflarını çekiyorum, karakola falan düştüler. İşte o fotoğrafları Hürriyet’ten istemişlerdi. Gittiğim zaman İlhan Turalı beni kandırdı ve o günden sonra Hürriyet’te çalışmaya başladım ve Foto Magazin diye bir dergi çıkarmaya başladık.
Erol (Simavi) bey bir süre sonra Zozo’ya bir mecmua yapalım diyor. İşte ‘‘Hafta Sonu’’ da böyle doğdu. Önce gazetenin ekiydi, sonra ayrı dergi oldu. Her gün çıkarmaya başladık ama resim yetiştiremiyorduk, oradaki “Görünmez Adam” da bendim laf aramızda…
Derken ben Venedik Film Festivali, San Remo, Cannes Film Festivali, her yere gidiyordum, çok yoruluyordum. Sonra; Günaydın Gazetesi’ne geçtim orada da Saklambaç’ı doğurduk ve fotoroman yapmaya başladık. Hem cemiyet hayatı, sosyete hem de bu işler. Çektiğim resimleri hem gazeteye veriyorum hem de kendilerine. Kimi 10 lira verirdi, kimi 20 lira. Kazandığım paraları da böylece biriktirdim Gayrettepe’deki evimi öylece aldım.
Sporla olan ilgim Hürriyet’te futbolla başladı, Dünya kupalarına, Olimpiyatlara, Avrupa kupalarına gittim fotoğraf çekmek için. Ancak pek para kazamayınca bu sefer tekrar Türk artistlere, magazine, sosyeteye döndüm.
Hürriyet Gazetesi’nden ayrıldıktan sonra, Erdoğan Demirören beni Milangaz’a aldı. Voleybolun da gazetelerde, çıkmasını sağlıyordum. Deplasmanlara, bütün maçlara gidiyor fotoğraflar çekiyordum, haberler yapıyordum. 20 seneye yakın voleybol sahalarında foto muhabiri olarak gittim geldi. Sadece Milangaz değil diğer takımlardaki oyuncuları, antrenörleri, idarecileri de tanır oldum, kendimi sevdirmiştim onlara. Eczacıbaşı, Beşiktaş, Yeşilyurt aklıma gelen takımlar. Aşağı yukarı 1970’li yıllardan 1990’lı yıllara kadar.
Ben magazin gazeteciliği yaptığım için, bütün gece çalışırdım, sabah anca eve gelirdim bu hayat içinde evlenemedim. Çoluk çocuğum da yok.
Sağlığım yerinde sayılır, şimdi biraz ayağımda sıkıntı var, kötü alışkanlığım, sigaram yok. Emekliyim, İstanbul’da yaşıyorum ama geziyorum, arada Yunanistan’a gidiyorum.
Tanıyan herkese voleybol camiasına; sevgiler, selamlar yolluyorum.
Kolaj ve Zozo Toledo Kimdir bilgileri: Gülnur Görgün – Voleybolun Unutulmazları

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu