ManşetRöportaj

Selcan Çağlar özel röportajı

  1. Voleybola nasıl adım attınız?

Bizim zamanımızda, kulüplerde voleybol imkânı sağlayan altyapı ya da spor okulları yoktu. Okuduğum Alman Lisesi’nin spor salonunda okul arkadaşlarımla voleybol oynuyorduk ve liselerarası maçlara katılıyorduk. Alman Lisesi’ndeki hocalarım spor konusunda bizi desteklerdi ve üst sınıftaki öğrencilerden voleybol meraklısı kişiler gelip bize antrenörlük yapardı. Sahamız oldukça küçüktü. Bahsettiğim zamanlarda, 14-15 yaşlarındaydım, ki günümüz voleybolu için bu yaş geç denebilecek bir zaman. 17 yaşıma geldiğimde Galatasaray Spor Kulübü’ne benimle birkaç kişiyi transfer etmek istediler. Bu sayede liglerde lisanslı olarak voleybol oynamaya başladım. İlk lisansımın çıkması 17 yaşımı buldu çünkü o zamanlar voleybola daha erken başlayacak genç takım ligi yoktu. Yalnızca belli başlı futbol kulüplerinin amatör branşları, Levent, Rasimpaşa, Şehremini, Altınyurt gibi mahalle takımları vardı. Lig maçlarını oynadığımız İTÜ kampüsündeki spor salonunun tribünü ve ısıtması yoktu. Bizi motive edecek seyircilerimiz bile yoktu diyebilirim.

 

  1. 1970’li yıllarda voleybol henüz amatör bir branşken profesyonel bir yönetime erişen Eczacıbaşı Spor Kulübü’ne transfer oldunuz. O yılları nasıl anlatırsınız?

O zamanlar Eczacıbaşı, müthiş bir hamle yaparak voleybol dünyasına adım attı. 1966 yılında kulüp kuruldu ve sıfırdan başlayarak aşama aşama ilerleyip kendi takımlarını oluşturdular. 1970’li yıllarda kadın voleybol takımı başarılar kazanmaya başladı. O güne kadar hiç olmayan bir şey olmuştu. Türkiye’de ilk kez bir özel kuruluş spora yatırım yapıyordu. Kulüp, ilk kez Levent’teki salonunu inşa ederek takımın başına Türkiye’nin en iyi antrenörü Cengiz. Göllü’yü getirdi. Kulübün salonunun olması, düzenli antrenman yapıyor olmaları ve başlarında Cengiz Göllü gibi çok önemli bir antrenörünün olması bir anda çok büyük bir fark yarattı. Biz kendi amatör halimizle maçlara çıkıp Eczacıbaşı’na yenilmeye başladık. Voleybol oynamayı seviyordum fakat içinde bulunduğum ortam bana istediklerimi vermiyordu. Kaliteli antrenmanlar, sıcak bir salon, derslerimizi çalışabileceğimiz, güvenli ve hoş bir ortamın olması transfer olmamdaki en önemli sebeplerdi. Eczacıbaşı o zamanlar bize cüzi bir miktarda maaş vermeye başladı. Verdikleri harçlık bizi disipline ediyordu. Bu sayede antrenmanlara düzenli gelmeye, kendimize dikkat etmeye ve voleybola odaklanmamız konusunda önemli bir motivasyon kaynağı yaratmıştı. Hepimiz o zamanlar öğrenci olduğumuz için ailelerimizden harçlık alıyorduk. Ben ailemden harçlık almayı bıraktım. Hayatımın önemli dönüm noktalarından biriydi.

Maçlara ve seyahatlere çıkan, toplum tarafından alkışlanarak kendi ayaklarımın üzerinde durabilen bir sporcu olmaya başlamıştım. O dönemlerde doğu blok ülkelerinin takımları çok güçlüydü. Bizim maçlarda başarılı olmamız pek mümkün değildi. Komünist ülkeler sporcu bir propaganda aracı olarak gördüğü için kamplarda müthiş güçlü sporcular yetiştiriyorlardı. Fiziksel olarak da bizden çok üstünlerdi. Tesis üstünlükleri de bizden fazlaydı. O zamanlar, Türkiye için de değişik bir dönemdi çünkü döviz alma sıkıntımız vardı. Normal bir vatandaş yurt dışına çıkamıyordu. Biz de yurt dışına giderken yanımızda döviz bulunduramıyorduk. Gittiğimiz ülkelerdeki takımlar bizi ağırlıyordu. Kamplarda, antrenörümüz Cengiz Göllü hem idarecimiz hem de antrenörümüz olarak tek başına destek olurdu. Doğu bloğu ülkelerinin tesislerinin yanında, batı Avrupa ülkelerinin şehirlerinde de muazzam spor tesisleri yer alıyordu. O zamanki olanaksızlıklarla oynadığımız maçlardan galip gelince kendimizi kahraman gibi hissederdik. Bizim Türkiye’de Eczacıbaşı’ndaki tesis dışında bir tek maçları oynadığımız Burhan Felek Spor Salonu yapılmıştı.

O zamanlar aileler kızlarını spora göndermek istemezlerdi. Voleybol oynamak hoş karşılanmıyordu. Bir tek okullarda voleybol oynamak insanlara iyi gelirdi. Şakir Eczacıbaşı, Levent’teki evlerde tanıdık vasıtasıyla bulduğu uzun boylu kızların voleybol oynayabilmesi için birebir gidip ailelerle görüşürdü. Kızlarını voleybola yolladıkları takdirde iş vereceğini söyleyerek ikna etmeye çalışırdı. 1980’lerin başında biz Avrupa’da galibiyetler almaya başladıkça toplum bizi takdir etmeye başladı. Bunun sonucunda toplumdaki bakış açısı değişti. Biz iyi işler yapan kızlar olarak görülmeye başladık. Milli maçlar TRT’de yayınlandıkça kızların spor salonuna gelme oranları da artmaya başlamıştı.

 

  1. ‘Bir Voleybolcununun Anıları’ kitabınızda bir sporcu olarak Eczacıbaşı Spor Salonu’nun ilk kurulduğu yıllardaki deneyimlerinizden bahsetmiştiniz. Eczacıbaşı, Kartal’da son teknoloji, doğa dostu yeni salonunu yakın zamanda hayata geçirecek. Geçmişten günümüze sporun ve Eczacıbaşı’nın Türk sporuna verdiği katkılar hakkında neler düşünüyorsunuz?

Eczacıbaşı amatör sporların öncüsü olan bir kuruluş. Sporun bu günlere gelmesinde çok büyük katkıları var. O zamanlar Eczacıbaşı’nı gören diğer özel kuruluşlar, Eczacıbaşı’nın yaratmış olduğu model üzerine takımlar kurmaya başladılar. Bu model sayesinde diğer kuruluşlar cesaretlendiler. Kartal, kalabalık nüfusun bulunduğu bir İstanbul bölgesi. İyi sonuçlar alacaklarını düşünüyorum.

 

  1. Atatürk’ün 100. Doğum yılında Avrupa’da üst düzey başarılar elde ettiniz ve Atatürk’ün kızları unvanına sahip oldunuz. Turnuvayı anlatır mısınız, nasıl bir süreçti?

O dönemler, komünist ülkeler çok baskındı. Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde ilk kurayı çekerdik ve Avusturya, Almanya gibi rakiplerle karşılaşırdık. İlk iki turu geçtikten sonra üçüncü turda hep bir doğu bloğu ülkesiyle karşılaşırdık. O turu geçmek pek mümkün olmazdı. O yıllarda politik sebeplerden birkaç ülke şampiyonadan çekildi ve bizim önümüz açıldı. İki, üç takımı bileğimizin hakkıyla elememizin ardından finale gitme şansımız doğdu. Finallere gitmek çok heyecanlıydı fakat kazanmaya dair pek ümidimiz yoktu. Karşımızda Çek Cumhuriyeti, Arnavutluk ve Macaristan vardı. Yine üç komünist ülkeyle karşı karşıyaydık. Macaristan ve Çek Cumhuriyeti fiziksel olarak bizden üstünlerdi. O turnuvada herkes birbiriyle oynadığı maçlardan galip geldi ve Arnavutluk’u 3-0 yenmemiz durumunda ikinci olma şansımız doğdu. Bizi çok büyük bir heyecan sardı. Maçımız sabah 09:00’daydı. Avrupa Şampiyonlar Ligi maçlarını tek tribünlü çok küçük bir salonda oynuyorduk. Bugünden çok uzak bir görüntü vardı. İlk defa finallerine katıldığımız turnuva Şubat ayındaydı ve hava çok soğuktu. Cengiz Abi bizi maç hazırlığımızı yapabilmemiz için sabah erkenden kaldırmıştı. Pazar sabahı saat 6’da diz boyu karda dışarı çıkarak buz kesene dek yürüdük. O yürüyüş bizi kendimize getirmişti ve maç için iyi bir hazırlık olmuştu. Sahaya çıktığımızda,saat 08:15 civarıydı. Arnavutluk, bizi yeneceğini düşünerek salona geç gelmişti. Onlar daha uyanamadan biz fişek gibi maça girip 3-0 maçı aldık. Oturup diğer maçın sonucunu bekledik. Çek Cumhuriyeti rakibini bizim beklediğimiz gibi yendi ve biz de ilk kez Avrupa ikincisi olduk. O ikincilik Türkiye’ye dönünce yurtta çok büyük olay yarattı. Şampiyonlar Ligi’nde, o güne dek hiçbir takım sporu ikincilik yaşamamıştı. Bütün gazeteler bizi yılın sporcusu seçti. Cumhurbaşkanlığı özel ödülü, TRT, Spor Yazarları özel ödülü gibi birçok ödül kazandık. Takımca Ata’mızı ziyarete Anıtkabir’e gittik. O zamanın kıdemli gazetecilerinden Kahraman Bakçum, “Atatürk’ün Kızları” adı altında güzel bir köşe yazısı yazdı. Yazıda, “Atatürk’ün en büyük ülküsü kadınlarında toplumun her yerinde yer almasıdır. Kadınlar bir tek sporda o güne dek olamamıştı ve şimdi oldu. Atatürk görse çok mutlu olurdu” diye bahsetmişti. O yıldan sonra Avrupa sahnesine çıkmak doğal karşılanmaya başlanmıştı.

 

  1. Hem voleybol hem okul hayatı sizin için nasıldı? Günümüzde okulu ve sporu bir arada götürmek isteyen gençlere ne tavsiye edersiniz?

Zamanı iyi kullanmalarını öneririm. Bizim dönemimizde de zamanı ayarlamak zor oluyordu. Şimdi birçok üniversite sporculara burs veriyor ve devam konusunda hoş görülü davranıyor. Sporcular okuyarak da voleybolu devam ettirebilirler diye düşünüyorum.

 

  1. Şu anda bir gününüz nasıl geçiyor? Bugünkü voleybolu takip ediyor musunuz?

Çok boş durma alışkanlığı olan biri değilim. Voleybol anılarımı konu aldığım bir kitap yayımladım. Onun ardından 55 yıl boyunca oturduğum Etiler semtini konu aldığım bir kitap daha yazdım. Yaşadığım anıları belge ve fotoğraflarla zengin bir hale getirerek yazmayı seviyorum. Arkadaşlarımla gezmeyi, kitap okumayı ve spor yapmayı seviyorum. Voleybol bugün çok başarılı ve popüler oldukça biz eski voleybolcular da gurur duyuyoruz, bir nevi bizim popülerliğimiz de devam ediyor.

  1. Cumhuriyet’in 100. Yılında Milletler Ligi ve Avrupa Şampiyonu olan Milli Takımımızın başarısı size neler hissettirdi?

Milli Takımımız aldığı başarılarla en çok sevilen ve en çok takdir edilen takım oldu. Kızlar oldukça popülerleşti. Bu yaz hayatımıza en çok renk katan unsur oldular. Onların başarısının ardından çok gurur duyarak mutlu oldum. Televizyondan arayarak görüş bildirmemi istediler, memnun oldum. Biz de çok bu işe gönül vermiş ve bu işin en zor zamanlarını yaşamış kişiler olarak voleybolun gelişmiş olduğunu ve başarılı yerlere geldiğini görmekten çok mutluyuz. Voleybolla alakası olmayan kişilerden bile çok geri dönüş alıp, tebrik ediliyorum. Bugünkü voleybolun bu kadar başarılı olma sebebiyle biz de hala voleybolun içinde kalabiliyoruz.

  1. Son olarak, sporculuk kariyerinizin ardından Eczacıbaşı Spor Kulübü’ndeki menajerlik kariyerinizden aklınızda kalan ilginç bir anıyı bahsedebilir misiniz?

Menajerlik sporculuktan çok farklı. Ben o zamanlar çok şanslıydım. Genç bir jenerasyonla, Naz Akyol’un 15 yaşında olduğu dönemde menajer oldum. Kulüp olarak, yeni bir atılım yapmamızı istediler. Genç bir kadro ve bu kadroyu iyi çalıştıracak, gençlerle çalışmaya yatkın Brezilyalı bir antrenörle (Marco Motta) birlikte üç yıl üst üste şampiyon olduk. Ben onlara ablalık yapabildim ve birlikte yeni bir şeylere adım atabildik.  İlk iş olarak, Esra Gümüş’ü transfer ettik. Bir sonraki sene de takım kaptanı yaptık. Kulüpteki smaçör eksiğini görerek ilk iş olarak bu transferi yapmıştık. Esra’da, çok azimli ve çalışkan bir sporcuydu. Liberomuz Gülden’le birlikte takımı alıp çekip çevirdiler. Gençlerle çok güzel bir uyum içerisinde çalıştık, deplasmanlara gittik ve ne mutlu ki 3 yıl üstündüyse bu genç kadroyla Türkiye Şampiyonu olduk. Benim için çok güzel ve unutulmaz günlerdi. O kadar genç bir takımla, kâğıt üstünde bizden çok güçlü takımlar karşı birçok galibiyetler alabilmiştik.

 

İlgili Makaleler

Bir Cevap Yazın

Başa dön tuşu